Zanzibar’a uzanan yolculuğunuz nasıl başladı? Neden böyle bir şeyi kendinize dert edindiniz? Neden orayı seçtiniz?
Gönüllü arkadaşlarımızla çalıştığım havayolu şirketinde sosyal sorumluk projeleri gerçekleştirmeye gayret ediyorduk. Bu çalışmalarımız nedeniyle özellikle Afrika seyahatlerimiz oluyordu. Hatice Yentürk ile Etiyopya’da 1000 kişi için gerçekleştirdiğimiz katarakt ameliyatları projemizden dönerken (o zaman THY olarak uçmadığımız) Zanzibar’a uğradık ve zihnimizde tam olarak var olan sürdürülebilir projeleri gerçekleştirmek için uygun bir yer olduğuna karar verdik. Biz o güne dek, çalışmalarımız esnasında yaşadıklarımızdan ‘ne yapmalıyız ve ne yapmamalıyız’ sorularını sorma sonucuna erişmiştik. Velhasılı kelam gerçekleştirdiğimiz projelerde ve yaptığımız yardımlarda zaman içerisinde birşeylerin eksik olduğunu hissetmeye başladık. Çünkü götürdüğümüz yardımlar o anlık ihtiyacı karşılıyor fakat sonrası için beklentiye neden oluyor ve bu yardımın sürdürülebilirliği olmuyordu. Zanzibar hakkında anlatılanlar bizi etkiledi gidince de adeta büyülendik. Hastalık, savaş gibi etmenlerde olmaması açısından da iş yapılabilir bulduk. Asıl yapılması gereken onların doğal aurasını bozmadan kendilerinde varolan zenginlikleri kullanabilme irade ve farkındalığı kazandırmak olmalıydı. Kendi kendine yeten, bağımsız ve onurlu bir Afrika hayalini kurduk. Balık vermek ya da balık tutmayı öğretmek yerine balık tutmaya birlikte gitmeğe karar verdik. Bu bağlamda Zanzibar bizim Afrika ile ilgili bakış açımızı değiştiren bir yer oldu.
Afrika’nın zenginliğini kendi insanlarına da göstermek, onlara kendi imkanlarını, potansiyellerini fark ettirerek ayna tutmak istedik. Afrika oldukça zengin ve ciddi kaynakları var. Fakat yıllarca sömürülmekten kaynaklı bir kabullenmişlik var orada. Müreffeh yaşayan bir elit kesim var ama diğerleri yoksulluk içinde yaşıyor. Benim de Afrika’ya ilk seyahatim olan Nijer’e gittiğimde, tevafüken eski sömürgesi olan Fransa’nın cumhurbaşkanı da orada yer alıyordu. Her yerde ‘İki ülke tek ülkü’ yazan tabelalar vardı. Sömürenler (güya) terk etmiş, fakat sömürülme duygusunun hala orada yaşıyor ve psikolojik olarak da bariyerlerini aşamamış olduğuna tanık oldum. Tüm bu izlenimlerimiz sonunda Afrika’ya yerleşip bir şeyler yapmanın daha etkin olacağına kanaatine ulaştım.
Orada çalışmalarınız nasıl gidiyor? Bize biraz Zanzibar’ı anlatır mısınız? Kadınlarından, kültürlerinden, onlarla kurduğunuz bağdan, yaşadığınız zorluklardan ve hissettiklerinizden bize bahseder misiniz? Yaşadığınız ve aklınıza yer eden oraya dair bir anıyı anlatabilir misiniz?
Bu yola beraber çıktığımız ve benden daha çılgın olan arkadaşım Hatice ailesiyle birlikte Zanzibar’a yerleşti. Assalam Zanzibar’da faaliyete başlayalı 3 yıl oldu. Şimdi oradaki kampüsümüzde bilhassa yetim ve dezavantajlı çocukların dünya standartlarında eğitim gördüğü bir anaokulumuz, ilkokulumuz, çocuk üniversitesi ve hemen yanıbaşında yetim annelerinin meslek edindirme projemiz kapsamında eğitim gördüğü dikiş atölyemiz yer alıyor. Burada çocuklar, sanatsal, sportif faaliyetlerin yanısıra bilimsel çalışmalar, kodlama ve robotik eğitimler de alıyor. Hatta kampüsümüzdeki mango ağacının üzerinde Afrika’nın ilk interaktif çocuk kütüphanesini kurduk. Bu arada KangaAfrica markasıyla yetim annelerinin ürünlerini sattığımız ve projelerimizi dünyanın dört bir yanından gelen turistlere anlattığımız bir cafemiz de var Zanzibarda. Bir de bu projelerimizi döndürmeye çalıştığımız okyanusa sıfır MamaAfrica butik otelimiz mevcut. Planlarımız arasında Meslek Yüksek okulu da kurmak var. Osmanlı geleneği sosyal girişimcilik kavramına karşılayan biçimde çalışmış. Mesele bu işlerde çok para harcamak değil iyi kurgulamak ve biz de küçük ama model olmasını arzu ettiğimiz bir çalışma yürütüyoruz. Amacımız bu sistemi modellemeye çalışmak ve çoğaltmak.
Zanzibar, Tanzanya’ya bağlı Doğu Afrika’nın bütün karekteristiğini içinde barındıran İran, Hindistan ve Arap kültürleriyle de çeşniler katan; müziğiyle, sanatıyla, sıcakkanlı insanlarıyla özel bir yer. %99’u müslüman olan Zanzibar’da 1107 yılında Şiraz’dan gelen müslümanların yaptığı camii yer alıyor. Akabinde Umman Sultanlığı ve sömürgeciliğin hat safhaya ulaştığı Portekizliler,Almanlar ve İngilizler in sömürüsü altında bulunmuş olan adanın adı da Zencibar’dan geliyor. Dolayısıyla bu kadar sömürünün üstüne özellikle beyazlara karşı bir ön yargı mevcuttu adada. Onlarla olan ilişkilerde güven zincirini oturtmak kolay olmadı. Yanlarında namaz kıldığımızı, aynı sofrada yemek yediğimizi ve ilişkilerimizde sıcak ve samimi olduğumuzu görünce güvenlerini kazandık. Hatta şimdi köyün ihtiyar heyetinde söz sahibi olduk.
Gençleri buna nasıl teşvik ediyorsunuz? Çünkü bildiğimiz kadarıyla Çengelköy’deki derneğinizde görev alan gençler gönüllü çalışıyor. Biraz birlikte çalıştığınız gençlerden ve Assalam’dan bahsedebilir misiniz? Nasıl işler yapıyorsunuz? Etrafınıza bu insanları nasıl topladınız?
Sosyal medya hesaplarımızdan takipçimizlerimiz sürekli mesaj atarak ‘keşke sizin yerinizde olsaydım ve sizin yaptıklarınızı yapma imkânım olsaydı’ diyen çok isteyip de Afrika’ya gelemeyen gönüllüllerimizin ayağına Afrika’yı getirdik. Cafemizi geçtiğimiz Ramazan’da Çengelköy’de açtık.Gönüllülük biz de çoğunlukla para vererek gerçekleşiyor gibi yanlış anlaşılmış bir kavram oysa bu bağışçı demek. Hele günümüz şartlarında bu akıllı telefonlarla EFT yaparak dakikalar içinde sonlanıyor. Gönüllülükte zaman ve emek de devreye giriyor. Assalam Afrika kafeye her kademeden, her meslekten kişi geliyor, hem kafenin işleyen sürecine dahil olabiliyor hem de çeşitli atölyelere katılıyor. Gelip selam verip içeri giren iyilik zincirimize dahil oluyor. Zaten biz de her güzellik bir selamla başlar diyerek selam alalım selam verelim diye düşündük ve adımızı da Assalam koyduk. Siyasi ya da dini referansı olmayan hiçbir yerle bağlantısı olmayan dolayısıyla ‘ne olursan ol gel’ diyen bir mantıkla herkese açık olan modern bir tekke sanki. Kişi kendi nefsiyle, kendi ile hesaplaşma sürecini gerçekleştiriyor. Tüm yapılan gelen işlerde ana fikir Assalam’ı kalkındırmanın yanısıra özellikle bireyin kendi iç sürecini tamamlamasına katkı vermek.
Gönüllülük meselesi dünyada bizde olduğundan çok daha fazla ciddiye alınıyor ve milenyum gençliğinin %86’sı düzenli gönüllü. Ülkemiz uluslararası çalışmalarda sondan yedinci görünüyor. Belki ülkemizdeki çalışmalar istatistiklere yansımamış olabilir ama en azından bu da bize çalışmalarımızın ölçülebilir boyutları konusunda bir zayıflık olduğunu gösterir. Biz de gönüllülük çok yaygın yardımlaşma duygusu da fazla herkes komşusuna yakın çevresine gönüllü destek olur ama düzenli gönüllülük yok. Buraya üç ay boyunca haftada iki gün düzenli gelenler var, gönüllülüğünün bir standardı var. Sorumluluğunu aldığı işi devam ettirmesi gerekiyor. Hayır gerçekten de bizim mantığımızı anlayanlar, aldıkları sorumluluğu samimiyetle devam ettiriyorlar. Bu sürecin sonunda kendilerine olan inançları da artmış oluyor. Burası hiç kimse gelmese de işlerin yürüyeceği şekilde kurgulandı ve bir kadrosu var. Gelenler kendileri, kendi iç yolculukları için gelmiş oluyorlar
Sadece hümanist sebeplerle çalışan ve farklı inançlara mensup, farklı aidiyetleri olan kişilerde var. Cafemizin duvarında da yazdığı üzere ‘’Sakın gönüllülüğü sorgulama ! Nuhun gemisini gönüllüler, titaniği profesyollener yapmıştır.’’
Burada Afrikalı kadınların yaptığı kabile bebeklerini, çantaları, kıyafetleri ve el yapımı ürünleri isteyenler buradan satın alabiliyor. Afrika kültürü tanıtmak üzerine genelde kitap okuma gibi teorik çalışmalarda yapıyoruz ama artık kalıcı öğrenmenin yolu yaparak yaşayarak öğrenmek. Bu da atölye çalışmalarıyla mümkün oluyor. Afrika kahvesi, Masala çayı, zengin tat ve baharatlardan oluşan Afrika yemekleri yapımı sunumu ve seramik atölyesi yaptık. Speaking tarzı İngilizce, Swahili dilinin konuşulduğu klüp çalışmalarımız da var. Her geçen gün bunları çeşitlendiriyoruz. Belli akşamlar film okumaları yapıyoruz, masal dinletileri, kitap kritik ve seminerler düzenliyoruz.
Nazan Yalçınkaya, 3 Soru 3 Cevap
Lacivert Dergi, Nisan 2020 sayısında yayınlanmıştır.